Translate

29 Ekim 2013 Salı

Allah da hata yaparmış!

7 Yaşındaki yeğenimin ölüme karşı tepki dolu, bence tarihe geçebilecek nitelikteki sözü...
-Hala, insanların zaman zaman yanlış yapabildiklerini bilirdim ama Allah'ın hata yapacağını bilmezdim. Allah da hata yaparmış....

Yakın bir tanıdığımızın ne yazık ki günümüzün illet hastalığı olan kansere yenik düşmesinden sonra çok sevgili yeğenimin sözleri nedeniyle 3 gün kendime gelemedim.

Çok netti aslında... Erken gelen bir ölüm var ve Allah hata yapmış olmalı diyor.

Ölüm simsiyahtır. Karanlıktır, soğuktur, acıdır. Kelimeler anlatamaz onu. Yokluktur, boşluktur, özlemdir,isyandır,çaresizliktir, korkudur.



Tuhaftır, çünkü hayat devam eder aslında. En acısı da budur belki de... Teselli cümleleri edilir ölü evinde.. Başınız sağolsun, ama hayat devam ediyor. 
Önceleri anlamsız gelirdi bana bu söz. "Hayat devam falan etmiyor sen ne dediğinin farkında mısın?" diye çıkışmak, bağırmak gelirdi içimden. Hayat Onsuz devam falan etmezdi,edemezdi. Düşüncesi bile korkuturdu.
Ama hayat gerçekten devam ediyor hemde koskocaman bir boşlukla.

Kızardım yaşlıları gördüğümde. Çünkü erken ölenler vardı; Allah'ın hata yaptığı...
Yaşlı birileri öldüğünde o kadar da üzülmezdim. Yaşanmışlıkları fazlaydı ne de olsa. Çocuklarının mutluluklarında, üzüntülerinde yanlarında olabilmişlerdi. Sıralı ölüm versin Allah derdim. Ama orada da yanılmışım. Genç yada yaşlı fark etmiyormuş çünkü. Sevdiğin biri ile vedalaşmak hiçbir zaman kolay olmuyormuş. Bunu da öğrendim. Yani ölüm hiçbir zaman kolay değil. 

Bir gün annesini yeni kaybetmiş bir arkadaşım ne kadar sürede geçiyor bu acı dedi.  
"Geçmiyor" dedim. Ama kabuk bağlıyor...

Zaman ilginç bir kavram. Acı ve yokluk hep içinde bir sızı olarak kalıyor. İçin cız ediyor, gün içinde belki 15 belki 20 defa kabuk kanıyor.  
Ama alışıyorsun çünkü alışamamak gibi lüksün olamıyor.
"Yokluk" duygusu çok ağır. Ne mezuniyetini yaşıyorsun dolu dolu ne de düğününü. Hiçbir günün tam olamıyor ki özel günlerin tam olsun. 
Özlem duygusu nefesini kesiyor bazen. Ama çaresizlikle buluşuyor. 
Evet hayat devam ediyor etmesine ama nasıl ettiğini gel de bu acıyı yaşayanlara sor. 

Bu yazı Allah'ın hata yaptıklarına gelsin...


Not: Bence yeğenim bir bilge...




23 Ekim 2013 Çarşamba

İskeleye takıldım...


Kafayı iskeleye taktım

Sabahları erken uyanmak ne yazık ki her zaman zor gelmiştir bana. Şu sabah 5'te 6'da kalkıp sahilde koşan, yürüyen insanları anlayamam ve bunu nasıl yaptıklarına dair en ufak bir fikrim yok. Ne içiyorlarsa ne yiyorlarsa bilmek istiyorum! 

7'ye kurarım telefonumun alarmını. Gece yarısı uyanır da saatin 3 yada 4 olduğunu gördüğümde daha uyuyacağım için mutlu olur, yatağa ayrı bir içtenlikle sarılırım.Hatta sarılmakla kalmam, yastığıma gömülürüm. Ama o saatten sabah 7'ye düşündüğümden daha da kısa vakit oluyor. Zaman sabahları nasıl hızlı akıyor ben yakalayamıyorum. 7'de alarm çalıyor. Benim alarmla savaşım başlıyor.5 dk illaki ertelerim. Sonrasında bir 5 dk daha derken uyuyup kalırım. Saat olur 07.30. Sonrada vapura yetişme maratonu başlar benim için. Aslında ben başta bahsettiğim spor sevdalı insanlar gibi her sabah koşuyorum. Ama vapura:) 

İşe vapurla gidebilen şanslı insanlardanım. Sabah çıtır çıtır gevrekler satan simitçinin önünde kuyruk vardır.Bazen sadece martılara atmak için alınır gevrek. Gazeteci teyzenin önü ise buluşma noktasıdır. İzmir güzeldir. Havası, insanları,denizi...
Cahit Külebi'nin Atatürk'e Ağıt şiirinde söylediği gibi : 
İzmir'in denizi kız, kızı deniz kokar 
Sokakları hem kız hem deniz kokar.  

Vapurla karşıya geçmek keyiftir. Trafik çekilecek dert değildir sabah sabah. Vapuru kaçırırsam araba ile yada izban ile gitme gafletine düşüyorum ve her seferinde o ertelediğim 5dk'ları bir daha yapmayacağıma dair kendime sözler veriyorum. İzban'daki sabah kalabalığı başlı başına ayrı bir konu. Ama şunu söyleyebilirim bir teyzenin önümdeki boş koltuğa sıçrayışını görmüşlüğüm var. Hatta rekorlar kitabına girebilecek bir uzun atlama yaptığına inanıyorum. 

Vapura dönecek olursam Bostanlı Vapur İskelesinde yapılan metal yığınını görüp de beğenenler var mıdır bilmiyorum. Teknik açısını bilemiyorum ama pratikte bu kadar kullanışsız başka bir değişiklik yapılamazdı. 

Bir kere geçiş yolunu kapatıyor, barikat gibi bir şey yapılmış. Dümdüz gidecekken dolaştırıyor da dolaştırıyor. Birçok insanın sabahları vapura yetişebilmek için o metal yığınlarına tırmanıp üzerinden atladığına şahit oldum. Yok henüz ben tırmanmadım ama an meselesi! 




İşin kötüsü şuan vapur iskelesinin içi yenileniyor. Kışa girerken yapılan bu çalışma sonucu yine neler değişir hayatımızda bilmiyorum. Ama soğukların başladığı bugünler, şimdiden nasıl olacağının göstergesi. Madem yeni bir düzenleme yapılacaktı neden yazın yapılmadı da bu soğukta insanları dışarıda tutuyorlar?


Bugün yanımdan geçen birileri kendi aralarında konuşuyorlardı. Evet yalnızken bazen yanımdan geçen insanları dinliyor olabilirim:) Onlarda yapılmakta olan tadilattan ne kadar endişe duyduklarından bahsediyorlardı. Demek ki yalnız değilmişim dedim içimden. Metal yakışmadı güzelim iskelemize. Ne görüntüsü yakıştı ne de işlevselliği.

Sayın yetkililer buradan sizlere sesleniyorum. Hahahah havalara girmişim falan:) 








17 Ekim 2013 Perşembe

Nerede o eski Bayramlar....

Nerede o eski Bayramlar....


Evet yazımın başlığından da çok net bir şekilde anlaşıldığı gibi Bayram yazısı yazmak istedim. Hem vesile ile herkesin Kurban Bayramını kutlamak, hem de özlediğim duyguları yazarak yaşamak için.



Ben küçük bir yerde büyüdüm. Herkesin birbirini tanıdığı, yolda yürürken selamlaştığımız, bakkal amcaların, komşu teyzelerin olduğu bir yerde. 
Bayramlar bizim için önemliydi. Sabah ilk iş babam ve ağabeyim bayram namazına giderlerdi. Annem ve ben ise kahvaltıyı hazırlardık. Dilimizde ise tek bir şarkı vardı; Sevgili Barış Manço'nun "Bugün bayram erken kalkın çocuklar....." şarkısı. 

Babamlar gelince güzel bir kahvaltı yapardık bol sohbetli. 
Kurban bayramları şeker bayramından farklıydı. O gün erkenden çiftliğe gidilir, kurban kesilirdi. Çiftlik kokusunu sevmezdim ama orada çok eğlenirdim. Açık havada oradan oraya koştururdum. 
Eve gelince hemen duş için sıra olurdu. Arkasından giyerdik bayramlıklarımızı ve artık bayramlaşmak için hazırdık. "Bayramlık" diye bir kavram vardı.Yeni elbiseler ve ayakkabılar alınırdı bayrama özel.  
Önce anne ve babamın elinden öperdim. Babam hemen verirdi bayram harçlığımızı ve hemen başlardı bayram:) 
Sonra ağabeyim hemen elini uzatırdı. Öper miydim kızar mıydım onu pek hatırlamıyorum:) 

Arkasından başlardık akraba ziyaretlerine.... Yolda karşılaşırdık bazen tanıdıklarla, ya da bayramlaşmaya gittiğimiz evde illaki karşılaşırdık birileriyle. 

Bayram sohbetleri bellidir aslında.
-Nasılsınız efendim? 
-İyiyiz siz nasılsınız? Çocuklar nasıl? ( yanlarında oturmamıza rağmen annemlere sorarlar nasıl olduğumuzu) 
Havalarda güzel şansımıza...

Doğruyu söylemek gerekirse bazen sıkılırdım o kadar gezmekten. Ama sesimiz çıkmazdı. Babamlar nereye biz oraya. Ipad'imiz yoktu ki oynayalım:) 

Bol kuzenli ve akrabalı bayramlaşmalarımız gerçekten bayram havasında geçerdi. Günün sonunda dedemin evinde buluşurduk  aile yemeğimizi yemek için. Sadece bayramlarda kullandıklarını bildiğim salon açılırdı o gün için. Oranın havası farklıydı çünkü normalde girilmezdi salona. Misafir geldiğinde ya da bayramlarda kullanılırdı o oda. 

Dedemin vereceği bayram parasını merakla ve heyecanla beklerdik. El öpmenin ardından tüm kuzenler ne kadar bayram parası topladın diye koyu bir sohbete girerdik. 




Bayramlar güzeldi eskiden. Şimdi ne babam var elini öpebildiğim, ne o eski bayram havası. Her şeyin değiştiği gibi hayatımızda bayramlarda değişti. 

Ben eskiyi andım bugün. Gözümde canlandırdım ve inanır mısınız içim huzur doldu. 

Sevdiklerinizle birlikte sağlıklı, mutlu, huzurlu, birlik içerisinde, eski bayramların tadında nice bayramlar dilerim.

Kurban Bayramınız tekrar kutlu olsun...






10 Ekim 2013 Perşembe

hayat ya bir oyunsa?

Blog yazmak zevkliymiş. Birilerine ulaşabilmek, yazdıklarının okunması insanın içini kıpırdatacak bir mutluluk veriyormuş. Nasıl tarif edilir bilmiyorum. Fırından yeni çıkmış bir ekmeğin kokusunu aldığımızda içimizi ısıtan bir mutluluk olur ya, ya da yağmur yağdıktan sonra mis gibi toprak kokusunu içimize çekeriz. İşte öyle huzurlu bir mutluluk var üzerimde.

Bu aralar -evet blog açtım:) şeklinde ağzım kulaklarımda dolaşıyorum. Görmemişin bloğu olmuş edası olabilir ama n'apalım işin heyecanı burada zaten.

Blog açmaya karar verdiğimde deli gibi isim düşündüm.Eminim herkesin başından geçen bir süreçtir. Hem kolay olsun, hem beni yansıtsın hem ne ile ilgili yazacağımdan biraz ipucu versin hemde hatırlanabilir olsun... Bu liste böyle uzayıp gitti.

En sonunda ben her şeyden, her konudan bahsetmek istediğimi, kendimi sınırlandırmak istemediği farkettim. Neyle ilgili yazıyorsun diyenlere sadece "hayat" demek istedim.

Moda da hayatımızın parçası, şiir de, aşkta, sevgi de, kavga da, yemekte....

Sonra küçükken düşündüğüm bir şey geldi aklıma. Eskiden bu dünyanın sadece bir rüya olduğunu ve birgün bu rüyadan uyanacağımı ciddi ciddi düşünürdüm. Tanıştığım insanların diğer hayatımda da tanıdıklarım olduğunu bilirdim içten içe. Hatta gözümün önüne dev gibi bir ağaç gelirdi ve o dev ağacın altında yatan beni görürdüm. Evet tuhaf bir çocuktum kabul ediyorum:)


Ama çokta yanılmamışım çünkü hayat gerçekten bir oyun gibi. Tanıştığımız insanların, yaşadığımız olayların bir nedeni var.Tesadüf diye bir şey yok hayatta. Hayat dersi var.
Belki de hala o tuhaf çocuğum ne dersiniz:)

O nedenle "hayat1oyunsa" dedim.

Çok sevdiğim birine bloğumun adını ilk söylediğimde oyun mu anlatmak istiyorsun dedi. Güldüm. Belki oyun da anlatırım kimbilir...


7 Ekim 2013 Pazartesi

Acemi blogger iş başında;)



Bembeyaz bir sayfa duruyor önümde... Kağıttan kalemden çok farklı, yepyeni bir dünya duruyor aslında önümde, parmaklarımın ucunda. Neden daha önce yazmadım diyorum kendime. Cevabını bulamıyorum. Yazmayı kendimi bildim bileli sevmişimdir halbuki.

Hani sorarlar ya en büyük hayalin ne diye, ben içten içe kimseye söyleme cesareti bulamasam da günün birinde kitabımı yazmayı, hatta mümkünse yazar olmayı düşlerim hep. Kitap tanıtım günlerimin olacağını, insanların benim kitabımı almak için kuyruğa girdiği günleri düşlerim. Belki komik geliyor kulağa belki de değil. Hayat bu hiçbir zaman ne olacağı belli olmaz.
Ben buna inanıyorum. Hayatta ne olacağı hiçbir zaman belli değil. Günümü doya doya, dolu dolu geçirmeyi seviyorum.                                                                            

Ben eğlenmeyi seviyorum. Arkadaşlarımla, ailemle sevdiklerimle vakit geçirmeyi, hoş sohbetleri seviyorum.
Yeri geldiğinde deli gibi dans etmeyi, yeri geldiğinde deli gibi ağlamayı seviyorum. Bazen öyle bazen böyle olmayı seviyorum. Duyguları maksimum yaşamayı seviyorum. Ataol Behramoğlu'nun dediği gibi;

Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, 

bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey,hayata sunulmuş bir armağandır

Hayat kısa. Hem de tahmin ettiğimizden çok ama çok daha kısa. Neden hayatı büyük yaşamayalım ki?

Bundan böyle bende hayatı paylaşmak üzere buradayım.

Görüşmek üzere...ve Merhaba:)