Translate

19 Aralık 2014 Cuma

YENİ YILDAN SEN NE BEKLİYORSUN?

Bir yılı daha geride bırakmanın burukluğu ve heyecanı içerisindeyim. Günler zamanlar geçiyor. Hayatlarımıza kattıklarımız, kazandıklarımız, kaybettiklerimiz, yaşanılan anılar, acılar, mutluluklar… İnsanız işte! Her gün yeni bir güne uyanırken neler yaşanılacağını bilemiyoruz. O günün nasıl geçeceği kime ve neye bağlı? Herkesin kendine mi bağlı? Kişisel gelişim kitaplarındaki klasik laf bu. Herşey sende başlar ya da önce "ben"demeyi öğrenmelisin.  Peki günümüz kötü geçerse, bunun sorumlusu kendimiz isek, kabullenmeye ne kadar açığız bu durumu? Ya da o kadar objektif bakabiliyor muyuz kendimize? İnsan kendini çıplak gözle görebilir mi? Yeni yıldan dileklerim var evet olmazsa olmaz. Tutunduğum dal; hayata karşı beslediğim umudum çünkü. Bu yıl kendi yanlışlarımı, doğrularımı kabullenebilmeyi ve affedebilmeyi, gerçekleri tüm çıplaklığı ile görebilmeyi diliyorum.   
Düştüğünde kalkacağın,
Kalkarken uzanan ellerin desteğini hissedeceğin,
Yargılanmayacağın,
Etrafında sımsıcak gözlerin olduğu,
Çok seveceğin,
Çok sevileceğin,
Çok güveneceğin,
Yapmak istediklerine aynı heyecan ile yaklaşan kişilerin yanında olacağı,
Engellerin olmadığı,
İnsanlık adına güzel adımların atılacağı,
Ülkem için laiklik yolunda adil,özgürlükçü ve ferah günlerin olduğu,
Küçük,tatlı sürprizlerin olduğu,
Başladığın kitapları okumayı bitirdiğin,
Spor yapmak için bahane üretmediğin,
Çocuk kahkahalarıyla sarılı,
Yılbaşı ağaçları kadar renkli  bir yıl olsun.
İçinde aşk,mutluluk, huzur, sağlık, gani gani para,bol bol gezmek olsun.
**Benim bu yıl için dileklerim bunlar. Peki ya sizinkiler? 

22 Ekim 2014 Çarşamba

Herkesin küçük ama kendince büyük dünyaları…

Sebepsiz ağlamak diye bir şey var mı yoksa her gözyaşının bir sebebi var mıdır?
Bazen sarsıla sarsıla ağlamak ve soranlara hiçbir şey yok demek istiyorum. Hiçbir şey olmadığından mı yoksa içimde kopan fırtınaları saklamak için mi? Bilmem belki de kimseye kendimi izah etme gereği duymak istemeyişimdendir.



Özlem duymak acı verir insana. İnsanın içi cız eder özlem duyduğun kişinin adı geçtiğinde. İlgin başka bir yerde olsa bile o kafa bir kalkar. Bir tek ismini duymak bile yeter gününü etkilemek için.
Ben yakınımdakileri bile özlerken uzaktakileri özlüyorum diyemem herhalde. Onun için başka bir kelime olmalı.

Dün Pazarlama İletişimi dersinde hocamız şöyle dedi “Dünya'nın içinde küçük dünyalarız.” O kadar doğru bir söz ki bu.  (Üşenmedim not aldım bu cümleyi ki not tutmayı pek sevmem. )

Herkes kendi dünyasını yaşıyor aslında. Baş roller değişiyor, yan karakterler değişiyor ama tek bir dünya etrafında dönülüyor “Kendi dünyalarımız” ; herkesin küçük ama kendince büyük dünyaları…

Geçen gün düğün Cd’mizi izledik kardeşim dediğim dostlarımla. 1 yılı biraz geçti biz evleneli. CD’de dikkatimi çeken düğüne katılan konuklarımızın biz dâhil 1 yıl içinde hayatında o kadar çok değişiklik, yenilik olmuş ki. Düğünde bekâr olanların kimisi evlendi, hamile olanların çocuğu bir yaşında, kimi babasını kaybetmiş,  kimi boşanmış, kimi yeni biriyle tanışmış, kimi işinden ayrılmış, kimi yeni işe başlamış…

John Lennon’ın dediği gibi “Hayat= sen plan yaparken başına gelen şeylerdir.” Ya da benim dediğim hayat 1 oyunsaJ

Bilemiyorum bu aralar yine gelgit bir hallerdeyim sanırım. Belki biraz karamsar ama kesinlikle umutsuz değil.


Umut demişken geçen gün hiç tanımadığım bir adam için ağladım.Kim için mi?Hani şu gitmeden önce videosunu yayınlayan arkadaş için.  
Bu bir intihar videosu demek için nasıl bir duygu durumunun içerisinde olmak gerekir inanın aklım almıyor. Bir insanın hayata, ailesine, arkadaşlarına, hayatına giren, çıkan herkese veda edişini görmek, son cümlelerini duymak, şarabına eşlik etmek beni derinden etkiledi. Sona yaklaşıldığının bilinciyle, Onun için hiçbir şey yapamamak. Güzel bir insanın hayatının gözlerimiz önünden kayışı. Hafızama kazınan sözü ise “ben hayata dair ışığımı kaybettim. ”oldu.

Bende içeceğim ilk şarabı ne olursa olsun ışığımızı kaybetmeyişimize, her şeyin güzel olacağı inancını korumamıza ve her daim şükretmemiz gerektiğine kaldıracağım.  Ve tabii ki özlediklerime ve umutlara…



3 Ekim 2014 Cuma

Kapat Gözlerini

Çok sevdiğim bir ablamla kitaplarımızı paylaşırız. 
En son ona Canan Tan'ın "Eroinle dans"adlı kitabını önermiştim. Kitabın ana karakteri(Eylül) kitabın isminden de belli olduğu gibi üniversite arkadaşlarının etkisiyle eroine başlıyor.Çok iyi bir ailenin kızı, ülkenin en iyi üniversitesini kazanmış ama gel-gör ki şeytana uymuş. 
http://www.canantan.com/

Bahsettiğim ablam bir gün geldi, kitabı masama bıraktı ve "Eylül İzmir'e, ailesinin yanına geldi! Ben daha fazla okumaya devam edemem.Şuan biliyorum ki O güvende , ailesi ona iyi bakar.Ben kitabı burada bitiyorum."dedi.
O kadar çok güldüm ki inanamadım gerçekten.
Yapma-etme bu sadece bir roman, gerçek değil! dediysem de başaramadım. Kitabı bıraktı yüreği kaldıramaz diye. 
Sonra düşündüm hayat keşke böyle olabilse.İstemediğimiz an bırakabilsek hikayemizi. Mutlu olduğumuz o an orada kalabilsek, durdurabilsek anı.
Üzüldüğümüz endişe duyduğumuz an ise kapatsak gözlerimizi ve açtığımızda her şey geçse.... 
Büyüyen kalpBüyüyen kalp
Bu kadar naif,iyi niyetli ve güzel yüreklerin çevremde olduğu için çok mutluyum gerçekten. 
Selam olsun ablama... 

2 Ekim 2014 Perşembe

Hayat ne ki sonuçta?



Yıllar önce gittiğimde ben kesinlikle burada yaşamalıyım demiştim.
Hani klasik bir film karesi vardır ya sahilde beyazlar içinde bir kadın, yanında sevgilisi ve köpeği. Sevgilisinin elinde şarap şişesi ve kadehleri, kadının elinde sandaletleri vardır.Adamın tarçın rengi pantolonunun paçaları ve beyaz gömleğinin kolları kıvrılmıştır. Hava ise rüzgarlı olur genelde. Kadının elbisesi ve saçları uçuş uçuştur, rüzgara karışır.
Bozcaada bana bu film karesinin yaşanacağı yer gibi gelir hep. O karede huzur, aşk, mutluluk vardır.
Yazı yazmak, şarap içmek ve sevgilinle olmak için harika bir mekan.

2 senedir çok güzel bir arkadaş grubu ile Bozcaada'da buluşuyoruz. Buluşuyoruz dedim çünkü İzmir
İstanbul buluşması oluyor bu. Grubumuzun eğlenceli olmasından mı, arkadaşlarımızın samimiyetinden mi yoksa Bozcaada'nın enerjisinden mi bilinmez ama harika vakit geçirdiğim bir yer. Bozcaada için en doğru kelime "Doğal" olması sanırım.

Geçtiğimiz günlerde Bir Küçük Eylül Meselesi filmini tekrar izledim. İzleyenler bilir film Bozcaada da geçiyor. Samimiyet var o filmde de. Bence film için en uygun yermiş, çok doğru tercih edilmiş.
İzlemeyenlere tavsiye edilir.

Peki Bozcaada da neler yapılır? Bozcaada'da Rengigül konuk evinde kahvaltı yapılır ve muhteşem birbirinden güzel reçellerin tadına bakılır. 
Feribottan iner inmez Bozcaada'ya hoşgeldiniz der gibi duran Dev çınar ağacının gölgesinde içilen kahve ayrı keyif verir insana.

 Kahvenin yanında Çiçek Pastanesinden alınan sakızlı ya da bademli kurabiyelerden yenir.


Ayazma Plajında denize girilir. Ücretsiz, bildiğin halk plajı. Yanına al istediğin meşrubatı. Kırmızı olursa daha güzel olur.

Kırmızı demişken  Corvus şarap fabrikasına uğramadan geçilmez. Orada hem buluşma kutlanır hem muhabbet başlar. Eskiden tadım yapılabiliyordu ancak içki ile ilgili gelen yasal düzenlemeler nedeni ile satın aldığın şişeyi açtırabiliyorsun sadece. Üzüm ve peynirin eşliği ile başlıyorsun güne.



Akşamüzeri gün batımı izlenir rüzgar güllerinin altında... Akşamına ver elini balıkçıya. Arnavut Kaldırımlı taş sokaklar arasındaki sıra sıra balıkçılarda yer bulmak zordur. Önceden rezervasyon yaparsan kafan rahat olur.

Yemekten sonra biz 2 mekana gittik. İlki Polente. Polente'de aslında sokaktasın. Sokakta dans ettin mi hiç? İşte burada ediyorsun.

Gecenin bir diğer durağı ise Fuska. 

Denizin dibinde, kalenin müthiş manzarası ile harika bir yer. Hele grubunuzda güzel sesli bir arkadaşınız da varsa değmeyin keyfinize.... 
Şarkılar seni söyler
Dillerde nağme adın
Aşk gibi,sevda gibi.....
Huysuz ve tatlı kadın!

Belki birgün bende....
Neyse benim hayalim bu sefer bana kalsın, gerçekler sizin olsun.

İnanın sizin için dileyebileceğim en güzel dileklerden biri;
Umarım bir gün yolunuz Bozcaada'ya düşer... demek olacak...











25 Eylül 2014 Perşembe

Yükselsin Ruhum,Çarpsın Kalbim!

Bazen ben, ben değilim
Bir ben daha var içimde sanki
Bilmem o kim?
Birinin hırsları var biri sakin
Birinin ihtirasları diğerinin huzuru
Sade olmak lazım bu hayatta
Sade
Mutlu olmak lazım bu hayatta
Mutlu
Bir gülümsemeyle aydınlansın yüzüm
Sıcak bir dokunuşla ürpersin içim
Doğanın yeşili,
Denizin mavisi sarsın günümü
Yükselsin ruhum
Çarpsın kalbim 


2 Eylül 2014 Salı

KARADENİZ TÜRKÜSÜ OLSAM

Yazımı okumadan önce sizden küçük bir ricam olacak. Ben yazımı aşağıda linkini bulabileceğiniz, en sevdiğim Karadeniz türküsü'nü dinleyerek yazdım. Sizinde okurken dinlemenizi çok isterim. Umarım benim kadar keyif alırsınız. Buyurun tıklayınız:

Müzikleriyle, nehirleriyle,dereleriyle, asi doğasıyla, insanıyla, şivesiyle, coştukça coşan ve coşturan yeşiliyle, beni kendine çeken Karadeniz'e gittim nihayetinde. 
İzmir'den 2 saatlik uçuş ile vardığımız Trabzon öncelikle beni havasıyla şaşırttı. Valizime ceket, kazak, şemsiye aldığım için kendime az kızmadım. Karadeniz benim bulunduğum tarihlerde İzmir'den sıcaktı. İnanılmaz nemli ve güneşli havasıyla kucakladı bizi Trabzon.
Rize Sahil yolundan Ayder'e doğru yola çıktık. 
Evlerin, binaların konumlanması o kadar farklı ki. Düzlük arazi olmadığından dağlara, yamaçlara inşa edilmiş binalar ilk dikkatimi çeken şey oldu. Buraya bu evler nasıl yapıldı diye düşünürken aklıma genelde müteahhitlerin Karadenizli oldukları geldi. Adamlar o yamaçlara ev yapabiliyorlarsa düz zeminde neler yaratırlar diye düşünmeden edemedim. 
    
İlk mola Ayder yolu üzerinde, "Ruba Rafting" eğlence ve macera merkeziydi. http://www.rubarafting.com/
Ne yazık ki tur programımızda olmadığı için ben  "rafting" yapamadım. Ama zaten Ağustos ayı derenin en zayıf aktığı dönemmiş. Rafting için en uygun zaman Mayıs-Haziran ve Temmuz aylarıymış. Bir daha sadece rafting için gidilmeli diye notumu aldım. 
Biz Rafting yapamadık ama Fırtına Deresi manzarası eşliğinde Karadeniz’in ünlü tereyağında pişen kırmızı benekli alabalıklarının, mısır ekmeğinin ve mıhlamasının tadını çıkardık.  

Arkasından Fırtına Deresini ve Çamlıhemşin’i geçip Hala deresini takip ederek 1350 m yükseklikteki Ayder Yaylasına çıktık. Ayder Yaylası yeşilin bin bir türünü içinde barındırarak oksijen dolu havasıyla bizi bambaşka yerlere götürdü. Sisin iyice alçalması ve yeşil ile buluşmasıyla oluşan manzara görülmeye değerdi. 
Bizim kaldığımız otel fena değildi ama diğer yayla otelleri nasıldır bilemiyorum. 3 kişi çatı katında kaldık. Odada pencere yoktu. Odamızı değiştirelim diye lobideki görevliyle konuşunca Karadeniz mizahına tanıklık etmiş olduk. 3 bayan kaldığımız oda için görevli "isterseniz kapıyı açıp uyuyun " dedi. Bunun mümkün olmadığını söyleyince "zaten gece soğuk olur merak etmeyin" diyerek içimize su serpti.Başta inanmasakta akşam gerçekten de serindi. Yazın yorgan örttük diyebilirim. 
Ayder Yaylası büyülü bir yer. Kendimi kartpostalın içine girmiş, tüm yeşillikleri gözlerimle görüyor, doğaya dokunuyorum gibi hissettim. Sanki orada dolaşmam o güzelliğe aykırıydı. Akşam ise kömürde pişen kahvemizi yanında ikram edilen mısır unundan yapılmış helvamızla içtik.  

İkinci gün Rize, Çayeli, Ardeşen, Arhavi, Hopa sahil yolunu takip ederek Sarp sınır kapısına doğru yola çıktık. Gürcistan sınırında yaşadığımız çile gazetelere çıkmış. http://www.milliyet.com.tr/gunluk-gecis-rakami-28-bini-asti--gundem-1927846/

Milliyet gazetesinde çıkan haberde şu ifade kullanılmış "Yaya olarak sınırı geçmek isteyen ve yürüyüş tünellerinde de saatlerce sırada bekleyen vatandaşlar da oluşan izdiham nedeniyle zor anlar yaşadı." Yaşanılan eziyetin ne kadarını ifade ediyor bilemiyorum ama böyle bir rezalet olamazdı.


Bu fotoğraf google görsellerden alınmıştır. Fotoğraf çekebilecek,makinamı çıkarabilecek alanım yoktu ne yazık ki!
Sıcakta üst üste yaşanılan arbede yetmiyormuş gibi 3 tane görevliden biri de nereye gittiyse gitti. O kadar kişi için sadece 2 görevli vardı. Havalandırma, klima zaten yok, olan oksijende tükendi. Bir daha gider misin deseler zorunlu olmadığım sürece tabiiki gitmem. Ancak şöyle de bir gerçek var; Batum'u çok merak ediyordum. O tarafa gitmişken görmeden dönmek istemezdim. Özellikle Botanik Bahçesi harika bir yerdi. Zorluklara göğüs gererim, illa gideceğim diyenlere tavsiyem kesinlikle Botanik Bahçesine gitmeleri.

Batum'da  ayrıca Casinolar bolca var. Casinolara ilgi duyan kişiler için önemli bir merkez olabilir. Şehir Merkezindeki Oteller şık ve ilgi çekiciydi. 

Sarp sınır kapısında hem girişte hem çıkışta yaşanılan kabus bittiğinde Türkiye’ye döndük. Yaşanılan saatleri unutmak üzere kendimizi Uzungöl'e attık. Yeşilinden midir bilinmez sinirlensen bile ağaçlar sakinleştirici etkisi yaratıyor. O gece etrafı tamamen çam ormanlarıyla kaplı Uzungöl Yaylasındaki otelimizde konakladık.
Üçüncü günün sabahı ise Uzun Göl’ün muhteşem manzarası eşliğinde yürüyüşümüzü yaptık. Yeşilin her tonunun olduğu, doğa harikası “Uzun Göl"de yapılan yürüyüş ömre bedeldi.
Uzun Göl'de helikopter turları başlamış. Biz giderken gördüğümüz için bu fırsatı kaçırdık. http://www.uzungolinankardesler.com/uzungol_helikopter_turu.html Sanırım dakikası 6 Euro imiş. Uzungöl'ü birde havadan seyretmek isteyenler, aklınızda olsun...
Uzun Göl’den ayrıldıktan sonra "Özçay Çay Fabrikası"na gidildi. Çay üretimi, çayın nasıl işlendiği, hangi aşamalardan geçtiği hakkında detaylı bir şekilde bilgi aldık. Tabii sanki İzmir'de çay yokmuşcasına kutu kutu çaylarımızı aldık. 
Karadeniz’e özgü ünlü Sürmene Bıçakları için durduğumuz noktada ise bıçaklarımızı aldık. Ben yöre de ne meşhur ise almayı çok severim. Bıçağımı da aldım tabiiki. Çokta memnun kaldım eve gelince. Tavsiye edilir. 
Sonrasında Sümela Manastırı’na gitmek üzere Maçka’ya doğru yola çıktık. Sümela Manastırı’na havanın çok yağışlı olmasından dolayı yolun tehlikeli olabileceğinden ertesi gün çıkma kararı alıp Manastır'ın aşağısında Karadeniz'e özgü öğle yemeklerimizi yedik. Burada mıhlamaya kuymak diyorlamış. O nasıl bir lezzettir! 

Dördüncü gün sabahın erken saatlerinde Sümela Manastırı’na doğru yola koyulduk. 
Deniz seviyesinden 1.150 m yükseklikteki Sümela Manastırı’na ulaşmak için belli bir yere kadar otobüs ile gidip, yolu minibüslerle devam etmek gerekiyordu. Sonrasında ise tekrar bir yürüyüş yolu ile yukarıya doğru çıktık.
Yol uzun ve meşakkatliydi ancak yukarıya çıkıldığında tüm zorluklara değdiğini gördük.Sanki ağaçlar basamak olmuş Manastıra çıkmak için. 
Sümela Manastırı’nın tarihi dokusu, enfes manzara ile birleşmiş, bambaşka bir dünya oluşmuş.
Kilisenin MS 365-395 tarihleri arasında inşa edildiği sanılmakla birlikte, kilisenin içerisinde gördüğümüz freskler günümüze kadar gelmiş olmasıyla inanılmazdı. Yalnız ne yazık ki yerli ya da yabancı turistler fresklerin üzerine isimlerini kazımışlar. En tahammül edemediğim, büyük cehalet olarak gördüğüm bir harekettir. Kızdım ve üzüldüm açıkçası.





Sümela Manastırı’nı ve hikâyesini http://v3.arkitera.com/h30184-sumela-manastiri-ve-efsaneleri.html arkamızda bırakıp, ünlü Zigana Geçidi’nden geçerek Torul’a gittik. Karaca Mağarası’na doğru yola çıktık. Karaca Mağarası kesinlikle görülmeye değer. Mağarada damlataşı şekilleri, sarkıtlar, dikitler, sütunlar gibi birçok doğa harikasını bir arada gördük.
Ayrıca Karaca Mağarası’nın havası astım hastalığı başta olmak üzere birçok solunum hastalığına iyi gelmekteymiş.

Buradan sonra Trabzon’u tepeden gören Soğuksu semtine çıkıp Atatürk Köşk’ünü gezdik. Dantel gibi işlenen bembeyaz Atatürk Köşk’ü mimari yapısıyla göz dolduruyor.


Sonrasında telkâri ve kazaziyeleri ile ünlü Trabzon’da alışveriş yapma imkânı bulduk. Açıkçası ben Mardin'den daha önce Kazaziye takı aldığım için buradan almadım. Ama asıl Karadeniz'in kazaziyesi meşhurmuş. Onu da öğrenmiş olduk. 

Karadeniz kesinlikle insan hayatında en az bir kere  görülmesi gereken yerlerden. Fırsat bulursanız kaçırmayın derim. 


Sümela Manastırında çektiğim video ile Karadeniz sayfasını kapatıyorum.

Buarada Of'Lu Ali'nin CD'sini dinledik yol boyunca ve gülmekten kırıldık. Karadeniz Fıkraları CD'sini de almanızı öneririm. 
Karadeniz'e gitmişken fıkra dinlemeden olmaz daaaa :) 



  

Not: Bu güzel fotoğraflar için Ece Aras'a teşekkürler!

19 Ağustos 2014 Salı

Mutlu Yıllara!

Bazı İnsanların hayatınızda olması size mutluluk ve güç verir.
İş ve  okul arkadaşım olmasının yanında soran gözlere evet biz gelin-görümceyiz diyoruz. Herkes şaşırıyor özellikle iş ortamındakiler. 
Gelin görümcesiniz ve iyi anlaşıyorsunuz? 
Yıllardan beri gelen tabuları yıktık. İkimizde duygularımızı çok belli etmeyi sevmiyoruz. Belki de büyüsü bozulacağından bilemiyorum. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim insanın kız kardeşinin olması harika bir duyguymuş. 

Ece farklı bir kız.. Blog yazmaya başlamam onun sayesinde oldu. Kıskandım galiba onu:) 
Şaka bir yana Ece'ye bir gün Hürriyet Bumerang'dan telefon geldi. Ece kısa yanıtlar ile tamam, nerede, bilemiyorum. Ben size yarım saat içinde geri dönsem olur mu? diyerek telefonu kapattı.  

Bodrum'da Hürriyet Bumerang tarafından seçilen blogger'lar ile bir gün geçirmeyi teklif eden bir telefondu bu. Hemde şahane bir program ile. Ece ben şimdi nasıl gideceğim, gitmesem mi, ne yapmalıyım derken ben hemen kendime gezmek çıkardım veee biz seni bırakırız dedim. 
İnsanın hayatında karşısına bazı fırsatlar çıkar ve ben o an onu kaçırmaması gerektiğini düşünürüm. http://bumerang.hurriyet.com.tr/

Her gün böyle bir teklif herkese yapılmıyor sonuçta. 
Kalktık gittik Bodrum'a... Planımız sadece Ece'yi bırakıp Bodrum'un şahane Beach Club-larından  birinde günümüzü geçirmek, deniz ve kum ile buluşmaktı. Ama o da ne! Ekip bizimde onlara katılmamızı istedi.

Ve blogger'ların dünyasında bulduk kendimizi bir anda. Eşim ve ben neredeyiz, kim bu insanlar, ne yaparlar nasıl geçirirler hayatlarını, blog olayı da neyin nesi derken onlar bize "aaaa sizin blog'unuz yok mu?Hemen açmalısınız sizde" deyince benim kafamda şimşekler çakmaya başladı. Aslında yazmayı çok severim ama böyle bir girişimim hiç olmadı bugüne kadar dedim ve işte bugün buradayız. 

Ece Yüksek Lisans yapmayı düşünürken kendimi MBA yaparken buldum. 
Yeni başlangıçlar, yeni hayatlar, yeni heyecanlar. 
Birileri, bir şeyler vesile oluyor insan hayatında. 

Bugün O'nun doğum günü ve ben Ece hayatımda olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum. 

Birilerinin hayatına dokunmak, dokunabilmek, bir şeyleri değiştirebilmek belki de bir iz bırakmak... Ece farkında ya da değil bilemem ama benim hayatıma çok güzel bir şekilde dokundu. 

"Teşekkür ederim."
ve İyi ki varsın...


*Umarım yeni yaşında seninde hayatına dokunanlar olur. 
*Umarım yeni yaşın sana uğur getirir ve tüm dileklerin gerçekleşir!