Translate

25 Kasım 2013 Pazartesi

Benim pencerem

Hayat çok büyük bir denizse ve ben su damlasıysam eğer ne kadarını doldurabiliyorum denizin? Ne kadarıyla varım ya da yokum. 
Bazen sanki deniz ben olmazsam olmaz gibi geliyor 
bazen tek bir damlanın ne kadar önemsiz olduğunu düşünüyorum.
Belkide sadece ikizler burcuyum. Tüm gelgitlerimin suçu o.

 
 
Dünyam tek bir gülücükle aydınlanıyor. Bazen de aynı gülücük sinirime dokunuyor. Bir öyle bir böyle derken etrafımdaki insanların rolü ne? O da başka bir yazım olsun… 

Ben bugünlerde biraz dram, biraz gerilim, biraz romantik yaşadım hayat denen pembe diziyi. Her telden çalıyorum; bünye altüst devam ediyor. Ama sanmıyorum ki bir ben böyleyim. 

Pencereden dışarı baktığımda bir sürü pencere görüyorum. Her bir pencerede başka bir hayat var. Aynı anda kalabalık bir sofra varken, diğeri tek başına oturmuş yemeğini yiyor. Biri aşk acısı çekiyor, diğer taraftaki evlilik hayalleri kuruyor. Biri işinden ayrılmış, diğeri iş teklifini kutluyor.Biri hastanede geçiriyor günlerini, diğeri partilerde.
Herkesin penceresi farklı.  Herkesin yaşadıkları, herkesin kendi bakış açısı çok değerli. https://eksisozluk.com/bakis-acisi--64314?nr=true&rf=bakis%20acisi
 
Ön yargılarımızla kişilerin pencerelerine baktığımızda sadece duvarlarını görürüz. Evlerinin, yüreklerinin içini göremeyiz. Yaşadıklarından çıkardıklarınla, başkalarının yaşadıklarından çıkardıkları aynı olmayabilir. Bunu ne kadar kabulleniyoruz?https://eksisozluk.com/onyargi--35598


Yeni yürümeye çalışan çocukları izlediniz mi hiç? Çocuklar düşerler ama aynı hızla kalkarlar. Pes etmezler, yürümeyi kafalarına koymuşlardır bir kere.  Aslında bu çok basit, güdüsel hareket “hayatın ta kendisi”dir. Düşüp aynı hızla geri kalkmak. 

Düşsende, düşenin yanında olsanda pencere farklıdır. Aynı hikayenin farklı açıları vardır. 
Bazen o hikayenin çok içinde gibi görünsende dışındasındır. 

Önemli olan evin dışını görmek değil, içini görebilmektir. Çocuklar gibi düşüp, yine de ayağa kalkabilmektir.
 




  

3 Kasım 2013 Pazar

Karanlıktaki Işık


Kapkaralık ve hiçbir sesin olmadığı bir dünya....

Görememek, duyamamak ve dolayısıyla konuşamamak.
Hayal etmesi bile güç olan bu durumda olan bizden çok farklı insanlar var. Benim dünyam filmindeki Ela karakteri işte böyle biri.  

Ela için imkansız diye bir şey yok. Neleri başarabildiğine inanamayacaksınız. Filme gitmeyenler için çok fazla anlatmak istemiyorum ancak gidilmesini kesinlikle tavsiye ediyorum. 

Göz teması kurabilmek, anlatabilmek duygularımızı... Bazen öyle şeyler olur ki anlatmak için can atarsın en yakın arkadaşına, sevdiklerine, sevgiline. Dayanamaz, bekleyemez ararsın belki de. Ama tüm bunlardan yoksun olmak, ifade edememek kendini, hem göremeden hemde duyamadan yaşamak çok ama çok farklı bir dünyanın olduğunu gösterir.
O insan için tek bir renk vardır; o da "siyah". 
Tek bir ses vardır; içinden kopan çığlıklar... 
Karanlığın içindeki ışığı arıyor Ela, kendi dünyasını anlatıyor filmde. 

Peki ya bizim dünyamız? Herkesin kendi iç dünyası var. Bu dünyayı Ela'nın aksine biz kendimiz yaratıyoruz. Kendi karanlığımızı yarattığımız günler oluyor. Dibe vurduğumuz anlar, ama neden? 

Mutlu olacak, şükredecek o kadar çok şeyimiz var ki. Ama günün koşuşturmasından  bazen unutuyoruz. Mutlu olmak ile gelecek planlarını karıştıranlar var aramızda. Yada çizdiği tablo olmazsa üzülenler...Tanrı sen plan yaptıkça yukarıdan gülermiş halbuki.(if you want to make god laugh tell him your plans) 
Mutluluk ilginç bir kavram. 
Ben sevgilimin bakışında bulurum mutluluğu yada omzuna yasladığımda başımı. Güneşin batımındaki kırmızılı pembeli alacalı gökyüzünde bulurum. 
İlla şairane de olması gerekmez mutluluğun,yazlık kışlık yaparken paltomun cebinde bulduğum 20'lik mutlu eder mesela:)  küçük şeyleri önemli kılmaktır belkide. 



Mutluluk o anın farkında olmaktır..Hayatta es'ler olup, durup düşünmek gerekir, derin nefeslerle. Senin doğal olarak yaptığın şeyleri bazı insanlar çok ama çok zor şartlar altında yapmaya çalışıyor. 

Neden kendi dünyamızın ışığını yaratmayalım ki. Abidin Dino mutluluğun resminin tuvallere sığmayacağını biliyordu.Ondandır ki Nazım'a yazdığı şiirin son mısrasında şu sözlere yer vermişti "Buna da ne tual yeterdi;ne boya..."

Nazım Hikmet'in sorduğu gibi mutluluğun resmini yapamam belki ama bu duyguyu yaşamayı bilirim. 

Eğer biran için bu yazıyı okuyanlar durup, mutlu oldukları anları düşündülerse ya da gerçekten şükretmek gerekiyor ya! falan dedilerse işte ben mutlu oldum bile:)